Diyelim ki bir şeytan güruhumuz var ve canlılara acı çektirmek onların haz alabildiği tek şey. Zevk duyabilmek için kabus gibi hikayeler yaşatmak zorunda olan bu canlı tüm canlılara acı çektirdikçe acı eşiğinin yükseldiğini ve insanlara çektirilen mental acılar onları delirtmediği sürece acı eşiğini yükseltmediğini keşfeden bu arsız ırkın çok yaratıcı yolları da var. Tanıdığınız şeytanların bu yazıyı okumasına mani olun çünkü birazdan şeytana pabucunu ters giyderecek fikirler işiteceksiniz. Okurlarımızı kıymetli bir dostla tanıştıracağız, kendisi tanıdığımız en zeki şeytandır. Dilimizi bilmiyor olsa gerek fakat eksikliğini hiç hissettirmez. O yeter ki dilesin, istediği her canlının anlayacağı dilden konuşur. Kötülüğüyle ün salmış bu dostumuza siz okurlarımız huzurunda bir lakap takacağız: Dişli

Dişli bildiğiniz şeytanlara benzemez. Dişli seçtiği şanslı kişiye akla gelmeyecek acılar çektirir, şanslılarımız çektiği acıların sebebinin bir şeytan olduğunu bile anlayamaz, kendini suçlar, bu da Dişli'yi pek mutlu eder. Şanslıların yaşadığı distopyayı hayal etmeye çalışalım beraber. Diktatörlük, haksızlık, adaletsizlik, uğursuzluk, kıtlık ve kısıtlılık gibi şeyler aklınızdan geçtiyse siz de şanslı gözüküyorsunuz. 

Dişli, bir şeytandan kuşkulanılmasın diye bu kabuslardan kaçma yolunu hep açık bırakır. Akli dengenizi kaybetmeyin diye size kendinizi meşgul ve memnun edebileceğiniz yeni şeyler keşfedip sunar çünkü akli dengenizi kaybetmek mental acı eşiğinizi yükseltmenizi sağlayacaktır ve bu da Dişli'yi hiç sevindirmezdi. Zamanında verdiği şeylerin keyfini çalar, eski zevklerinizin zevkli olmadığını görmek size kendinizi sorgulatır. Bir işi keyfini çıkara çıkara yapmak isterseniz sizi cezalandırmanın bir yolunu hep bulur. Kediyi öldürenin merak olduğunu bilir ve sizi merak duygunuzu kullanarak kendisine köle eder, hem de normalde hiç merak etmeyeceğiniz şeyleri kullanarak! Bir şeyden keyif aldığınızı öğrenmeye dursun, hemen gider onu çok sıkıcı bir şeye çevirir. Sizi görenler böyle sıkıcı bir şeye nasıl vakit harcadığınıza şaşıp, farklı gözle bakarlar, ortamın ineği olursunuz, tabi çevrenizdeki insanlar da bu keyifsiz şeye gönül vermiyorsa (bkz. güzel oyun). Diğer şanslıların yaptığı şeyleri yaparsanız (o anda trend olan herhangi bir haksız dopamin kaynağını düşünebilirsiniz) sağlığınızı kaybetmek bedeliyle dışlanmaktan kurtulabilirsiniz.

Saygınlığı ve köklü bir tarihi olan herhangi 2 rekabetçi oyuna bakalım. Bunlar birbirlerinden olabildiğince alakasız olması için birinin yoğun fiziksel aktivite gerektirmesini diğerininse hiç gerektirmemesini istiyoruz. Futbol ve satranç bizim örneğimiz için çok uygun olacaktır. Bundan 166 yıl önce oynanmış bir satranç maçına ve ardından da modern bir satranç maçına bakalım. Hangi maç sizi şaşırttı, hangisini izlemesi daha keyifliydi, hangisini oynamak daha keyifli olurdu? 

İnsanlar sıcak kanlı canlılardan biri olduğu için timsahların aksine avının gelmesi için sabredecek birkaç yılı yok. Bir timsah için bu iki maç arasında keyif olarak bir fark olmasa da biz insanlar hızlı yaşanan şeyleri daha çok severiz, daha çok haz alırız. Vezir feda etmek ve 17 hamlede mat etmek gibi kavramlar biz insanlar için heyecan yaratan şeyler olmasına karşın 52 hamle sonra satranç tahtasının hala taş dolu olması ve aynı hamle tekrar edildiği için pata kalması asla heyecan verici bir şey olamaz. Neden maçlar artık ruhsuz ve zevksiz, bir tahmininiz var mı? Düşünmek için kendinize bir fırsat tanıyın ve hemen yazının devamını okumayın. Yazının devamı sizi aşağıda bekliyor olacak, emin olabilirsiniz. 

Özgürlükle ilgili olan yazılarımızı hatırladık mı? Peki hatırlamamıza rağmen bu soruya akılcı bir cevap bulamadık mı? O zaman yazılarımızın ana mesajını anlamamışızdır ve tekrar okunmalılardır. Bu ruhsuz maçların müsebbibi Dişli'den başkası değil! "Ne? Dişli gerçekten var ve satranç oyunlarını ruhsuz yapmak için mi çabalıyor?" Elbette, şimdiye kadar farkına varmamış olmanız daha gariptir. Akıllı okurlarımız Dişli'nin kim olduğunu yolda görse tanıyabilecek kadar farkına vardı, şanslılar ise yalnızca sonraki satırda bir ipucu var mı diye bakmaya devam edecek. Şanslılara Dişli'nin kim olduğunu söylesek dahi bu onlarda bir tesir yaratmayacaktır, bu sebeple yazının devamında da kim olduğunu söylememeyi daha uygun bulduk. Şimdi biraz da Güzel Oyun'dan bahsedelim. Kendisi her ne kadar bizim ilgi alanımızda olsa da bilmeyen okurlarımızı sıkmaya lüzum yok. O yüzden yalnızca tek bir örnekle geçiştireceğiz ki, verdiğimiz örneğin yalnızca satrançta geçerli olmadığına dair bir kanıt sunmuş olalım şanslılara. Futbol'un ana vatanı olan İngiltere aynı zamanda günümüzde en modern ve yenilikçi taktiklerin uygulandığı ve en başarılı futbolcuların kariyerlerini sürdürdükleri yer. Tarihi kayıtlara geçen ilk futbol maçında İngiltere sahaya 1 defans, 1 orta saha ve 8 hücumcu ile çıkmışken, günümüzde İngiltere'nin amatör liglerinde bile en yaygın olan diziliş tercihi 4 defans, 4 orta saha ve 2 hücumculu diziliştir. Futbol hakkında en ufak bir fikri olmayan bir insan bile Dişli'nin bu işteki parmağını görebilir. 

"Dişli'nin eski şeyleri zevksizleştirdiğini anladık, peki henüz zevksiz olmayan rekabetçi sporlar ne? Bari onlarla vakit geçirelim." diye sormuş olabilecek şanslı okurlarımızın sorusunu yanıtlamadan geçmek bize yakışmazdı. Hemen cevabını iletelim: League of Legends ve Dota 2. "Ben moba oyunları yıllardır oynuyorum artık hiç eski tadını vermiyorlar." Haklısınız. Dişli dostumuz biri 2009 diğeri 2013 yapımı olan iki oyunu niye keyifli bıraksın ki zaten. Daha da yenilerine yönelmelisiniz: Valorant ve Counter Strike 2. "Ben birinci kişili nişancı oyunlarını sevmiyorum ki ama." Alışacaksınız, seveceksiniz, onlar da çok sıkıcı olmaya başlayacak, hilelerden şikayet etmeye başlayacaksınız, her güncelleme bir öncekinden daha da kötü olacak buna da alışacaksınız. Sizi tatmin etmeyi bıraktığı anda bir yenisini oynamaya başlayacaksınız, daha güncel olanı, daha modern olanı. Her zaman çıkan en son ürünü tüketeceksiniz, en son oyunu oynayacaksınız çünkü eski şeyler size keyif vermesin diye çabalayan bir şeytanımız var. 

Hala mı onu görmüyorsunuz?

Esen kalın, doğayla iç içe kalın.